17 Aralık 2013 Salı

Endülüs Emevi Sanatı

                                                     Endülüs Emevi Sanatı

Endülüs İslam Sanatı, zengin ve güçlü bir kültürel altyapıya oturmaktadır.

Endülüs İslam Sanatının bilinen en önemli temsilcileri, az sayıda olmalarına rağmen, mimari eserlerdir. Mimari, kendine has bir ustalık ve ince zevkin bir ürünü olan binalarıyla hem yazı hem plastik sanatlar hem de seramik gibi sanat kolları açısından ana kaynaktır ve seçkin bir yere sahiptir.

Mimari eserlerden sonra sırayı fildişi, ahşap oyma ve seramik almaktadır. Bu eserler, çok sınırlı sayıda olmalarına rağmen, üstün nitelik ve mükemmellikleriyle sanatçılarının ustalığı kadar, yaptıranların da zevk, görgü ve sanata karşı olan sevgilerini ve koruyucu özelliklerini yansıtmaktadır.

İslamî dönemdeki iç çekişmeler sırasında ve İspanyolların ülkeyi tekrar ele geçirmeleri sürecinde maruz kaldıkları saldırıların, doğal ya da bilinçli tahribatların etkisiyle pekçoğu ortadan kaybolmuş olan mimari eserlerin bugüne gelebilen sınırlı sayıdaki örneği, İslam Sanatının Avrupa’daki zerâfet mümessilleri olarak varlıklarını devam ettirmekte ve artık özenle korunmaktadırlar.


Emevi Sanatı (756-1031)İspanya’daki Müslüman kimliğinin en görkemli eserlerinin meydana getirildiği dönemdir. Ümeyyeoğulları soyundan gelen hükümdarların güç ve zenginliklerine paralel olarak, ortaya konan sanat eserleri de büyük bir ihtişamı aksettirmektedir. Bu devrin sanatı ile Emevi sülalesinin ata memleketi olan Şam arasında bağlantı varsa da, Endülüs’ün sanatı tamamen kendine has özelliklere sahiptir       
     
                           
ve Şamlılarınkinden farklıdır. İspanya’nın geçmişinden gelen mirası da özümseyen bu sanat, yeni bir anlayışın ifadesidir. Emeviler’den İslam dünyasının yönetimini ele geçiren Abbasiler’in sanatı da Endülüs Emevilerininkinden farklıdır. Hatta, her iki taraf da siyasi bir bilinçle bu farklılığı oluşturmuşlardır. Çünkü, siyaseten birbirlerine rakip ve düşmandırlar. Özellikle halifeliğin üstlenilmesinden sonra Endülüs İslam Sanatı, güç ve zenginliklerini İslam âlemine göstermek isteyen hükümdarların sözcüsü niteliğine bürünmüştür. Emevi Devrinin İspanya’da bıraktığı en önemli ve en ünlü bina, hiç şüphesiz bütün dünya camileri içinde de müstesna bir yere sahip olan Kurtuba Ulucâmii’dir (el-Mescidü’l-Kebîr).
Emevi mimarisinin günümüze ulaşan sınırlı örnekleri içerisinde yer alan bir diğer cami, Tuleytula’daki Bâbü Merdüm Câmii’dir. 
1000 Yıllarında yapılmıştır. Kurtuba Ulucamii’nin devasa boyutları ve ihtişamından çok uzaktır.

Emevi hanedanı tarafından yaptırılan sarayların çoğunun izi kalmamıştır. Bunlar hakkında ancak edebi-tarihi eserlerden bilgi edinmek mümkündür.

Bu sarayların ihtişamını az da olsa yansıtabilecek başlıca örnek, 
Medînetüzzehrâ’daki saraydır.
Harabe halinde günümüze gelen eserin restorasyonu yapılmaktadır. 936 Yılında III. Abdurrahman tarafından yaptırılan bu saray, adını hükümdarın gözde hanımı Zehrâ’dan alır. Sarayın mevkii, Kurtuba’nın kuzeybatısındaki Vâdîlkebîr (Guadalquivir) nehrine bakmaktadır. Kulelerle takviye edilmiş surlarla çevrili olup, erken Müslüman saray mimarisinin genel özelliklerini taşır. Üç seviyeli bir şemaya göre düzenlenen kompleksin en üstünde halifenin sarayı, aşağılarda ise devlet daireleri ile köşkler yer almaktadır. Daha çok mermer ve alçı kullanılarak yapılan tezyinatta mozaiklere de geniş yer verilmiştir. Saray ve müştemilatı 1013 yılında çıkan bir isyanda tahrip edilmiştir.  
Medînetüzzehrâ’daki saray kadar muhteşem olduğu tahmin edilen diğer bir saray da Medînetüzzâhire’de 
Hâcib el-Mansûr İbn Ebî Âmir’in sarayıdır. Bu da Kurtuba dışındadır. İsyanlar sırasında tahrip edilen bu saraydan günümüze yalnızca su kanalları kalmıştır.
Rusâfe Sarayı da Emevi saraylarındandır. 784 Yılında I. Abdurrahman tarafından yaptırılmıştır. Vâdîlkebîr kıyısında bulunan sarayın bahçeler içinde yer alan köşklerle değişik yapı birimlerinden meydana geldiği bilinmektedir.

Endülüs Emevileri, içinde bulundukları ağır askeri-siyasi şartlara bağlı olarak, askeri yapılara da ağırlık vermişlerdir. Bunların başında kaleler gelir. Emevi kaleleri, sonraki Müslüman ve Hıristiyan dönemlerde de itinayla korunmuş ve kullanılmışlardır. Bunlar hakkında fikir verebilecek en önemli örneklerden biri, II. Abdurrahman tarafından yaptırılan Mâride Kalesidir. 835 Yılında tamamlanmıştı
İşgalden sonra tamir edilerek Santiago Şövalyelerince de kullanılmıştır. Ana
yönlere göre düzenlenmiş planıyla kalenin kalın duvarları dikdörtgen kulelerle ve payandalarla desteklenmiştir. Yapımında ana malzeme olarak kesme taşlar, ayrıca Vizigot ve Roma kökenli devşirme malzeme de kullanılmıştır. Kalenin içinde yer altında bulunan bir hazne ile ona ulaşan üzeri kemerle örtülü iki paralel rampadan müteşekkil sarnıç vardır.
Emeviler, Şam’daki ataları gibi dinî binalarda daha çok bitki, diğer binalarda ise insan ve hayvan tasvirlerine yer vermişlerdir. Fakat, bu örneklerin çoğu bugüne ulaşmamıştır. Dinî resimlerin büyük kısmı Kurtuba Ulucamii içinde yer alırken, diğer örnekler saraylarda bulunmaktaydı. Mozaikler, Bizans tesirini yansıtmakla birlikte tezyinî nitelikler ve kullanılan motifler itibarıyla İslam geleneğine bağlı olup, özellikle altın yaldız zemin üzerinde yer alan bitki motifleri Endülüs Emevi zevkini yansıtmaktadır.

Az olmakla birlikte heykele de raslanmaktadır. Mermer ve alçı kabartmalar dinî-sivil mimarinin dekoratif elemeanları arasında yaygın biçimde yer alırken, taş ve maden gibi çeşitli maddelerden yapılmış olan heykeller sadece sivil mimaride (saraylarda) kullanılmıştır.
                                                 

6 Kasım 2013 Çarşamba

Hint Veda Toplumu - Ajanta ve Ellora Mağaraları


                                                  Hint Veda Toplumu -Ajanta ve Ellora Mağaraları

Hint Sanatı Muhteşem çeşitliliği ile verimli ve kökleşmiş bir sanattır. Değişik dinler ve bunlara dayanan tarihsel Hint sanatını zenginleştirir. Hindistan da Sanat girişinden bu yana dinin yayılmasına iş görmüştür. 
dinlerin ilk başında Budacılık, Hindu ve Brah­man dinleri ile Caynacılık gelir. Bu dinlere bağlı sanatçılar kutsal saydıkları ve tanrı katına yüceltilen din önderleri için inanılmaz güzellikte resim, heykel ve tapınaklar yap­mışlardır.



Budacılık'tan esinlenerek yapılmış olan tapınaklar ya da manastırlar ve Buda heykelleri Hint sanatının en görkemli örneklerindendir. Bu yapıtların yoğunlukla bulunduğu kentler: 
Allahabat, Delhi, Ajanta, Nasik, Ellora,Karli ve Bom­bay' dır.
 Budacılıkta ilgili tapınak ya da ma­nastırların çoğu kayalara oyularak yapılmış­tır. Bu yapıların kapıları ve iç bölümleri, baştan başa oyma ve işlemelerle süslenmiştir. En görülmeye değer olanları Maharaştra eya­letinde, Evrengabad yakınlarındaki Ajanta ve Ellora mağaraları ile Bombay'ın batı kıyısına yakın Elephanta Adası'ndakilerdir. Ajanta mağaralarının tarihi İÖ 200 yılına kadar gider. Rahiplerin toplantı ve yaşama yeri olarak düşünülmüş olan bu mağaraların du­varları Buda'nın yaşamından esinlenen ka­bartma ve resimlerle bezelidir.

Ellora da bulunan görkemli ma­ğara tapınak ise Hint tanrısı Şiva' ya adanmış­tır. İS 8. yüzyılda insan eliyle yapılmış olan bu mağaranın sunakları ve geniş toplantı odaları bulunmaktadır.

  İS 5. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar Hindis­tan'da güçlü bir etki yaratmış olan Brahman dininin tapınakları da Hint sanatının başlıca yapıtlarındandır. Brahman tapınakları Buda-cılık'ın etkisindeki mimarlıktan farklı olarak kayalara değil düz bir zemin üzerine yapılmış­tır. Bu yapıların bir özelliği de çok yüksek ve duvarlarının olağanüstü kalın oluşudur.Yapı­ları depremden korumak amacıyla alınan bu önlem etkili olmuş ve yapılar yüzyıllarca sağlam kalabilmiştir. Tapınakların içi Brah­man dininin insanüstü nitelikler verilmiş ön­derlerinin heykelleriyle süslüdür. Brahman tapınaklarının en görkemlileri Bhubanesvar, Kaarak ve Makesvara tapınaklarıdır.
 Hint sanatı üzerinde sırasıyla İran, İslam, Yunan ve Türk sanatının çok önemli etkileri 
olmuştur.

Özellikle rhimarhk alanında görü­len bu etki, birçok kültürün bileşimi ile yeni ve ilginç yapıların ortaya çıkmasını sağlamış­tır. Türkler'den önce Araplar tarafından işgal edilen Hindistan'da 12. yüzyıldan sonra yay­gınlık kazanan İslam sanatının örnekleri Del­hi, Pencap, Bengal, Gucerat, Dekkan, Kan-pur, Malva, Agra ve Keşmir kentlerinde yoğunlukla bulunur. Hint mimarlığının İslam sanatıyla etkileşimi, çini ve resimlerle süslen­miş görkemli camiler ve türbelerde görülür. Agra kentindeki dünyaca ünlü Tac Mahal de bunlar arasındadır. 1631'de Şah Cihan çok sevdiği eşi Mümtaz Mahal ölünce, anısına, o zamana kadar görülmemiş bir türbe yaptırma­ya karar verir. Dünyanın dört bir yanındaki ünlü mimarlardan tasarılar istenir. Bunlar arasından Osmanlı mimarı Muhammed İsa Efendi'nin tasarısı beğenilir. Daha birçok ünlü mimarın katkısıyla 18 yılda bitirilen bu anıtmezarın olağanüstü birçok özelliği vardır . Hint mimarisinde iç süsle­melerde resim, heykel, çini, yazı gibi birçok sanat dalı iç içe geçmiştir.

M.Ö. 1.500 ile 600 yılları arasında, Veda toplumu denilen yeni bir uygarlık ortaya çıkmıştır. Bu toplumun dili ile Yunan, Roma, İran ve Orta Asya dilleri arasındaki benzerlikten yola çıkılarak Veda Uygarlığı’nın Afganistan yoluyla Hindistan’a ulaşmış istilacılar olabileceği tahmin edilmektedir.


             Bütün bu tarihi bilgiler ışığında Hint Mitolojisinin oluşumu da uzun bir sürece yayılmıştır.


Vedalar, Hint mitolojisinin ilk ve ana kaynaklarıdır. Bilmek anlamındaki “Vid” fiilinden türetilen “bilgi” anlamındaki “Veda”ların ilk yazılı örneklerine, M.Ö. 1.500’lere tarihlenen “Birikimler” anlamındaki “Saṃhitalar” adlı kitaplarda rastlanmaktadır.
Hindular, Vedaların yaratılıştan bu yana var olduğuna inanır. Vedaların en yeni bölümleri yaklaşık M.Ö. 500 senesi civarında ortaya çıkmışken, en eski metin yaklaşık M.Ö. 1500 yıllarına aittir. Fakat bir çok Hint bilimci metinler yazılmadan önce, sözel gelenekte mevcut olduğu kanaatindedir.
Yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktarılan, ağızdan ağıza nakledilen Vedalar, Hinduların mistik, kutsal metinleri olmalarının yanı sıra içerikleriyle dünya edebiyatında da özel yere sahiptir. Hindular tarafından “tanrı sözü” kabul edilen Vedalar, Hint tanrıları düşünce ve duygularının ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Veda Edebiyatı dörde  ayrılmaktadır: 
1. Samhitalar
2. Brahmanalar 
3. Aranyakalar 
4. Upanişadlar

                                                 Ellora Mağaraları

Bir kayalık olan dikey yüz dışında kazılan Ellora, okuyun, mağara tapınak ve manastırları 26 km Aurangabad kuzeyinde bulunmaktadır.Doğrusal bir düzenleme uzanan, 34 mağara Budist Chaityas veya ibadet salonları ve Viharas veya manastır, Hindu ve Jai tapınakları içerir.
5. ve 11. yüzyıl arasında yaklaşık 600 yıllık bir dönemi kapsayan, burada ilk kazı taşımaktadır Dhumar Lena (Mağarası 29). en görkemli kazı, şüphesiz, muhteşem olmasıdır Kailasa'dan Tapınağı (Mağarası 16) ki dünyanın en büyük monolitik bir yapıdır. İlginçtir, Ellora, Ajanta yerinde aksine, 'yeniden keşfedilen' değildi. Eski zamanlarda Verul olarak bilinen, sürekli günümüze kadar yüzyıllar boyunca hacılar çekti.
Ellora gelecek nesillerin hayatını ilham ve zenginleştirmeye devam edecek bir sanatsal mirası olarak korunması için, bir Dünya Mirası Alanı olarak tasarlanmıştır.
                                                            Ajanta Mağaraları



Ajanta ve Ellora Maharashtra gururu vardır. Bu sitelerin her iki kaya mağaraları dünyaca ünlü ve Hint esnaf birkaç yüz yıl önce elde ettiği beceri ve sanat derecesini göstermektedir. Ellora yaklaşık 600 yıl daha genç iken Ajanta M.Ö. 100 tarihlidir. Ajanta köyü 99 km, yaklaşık Sahyadri tepelerde. Aurangabad, bir kaç kilometre uzakta bir mamut at nalı biçimli kaya, bir geçit, `her tepenin bir oda oluşturan ve bazı iç oda ile bakan 30 mağaralar bulunmaktadır. Al bu bir çekiç ve keski ve inanç ve Budizm ilham biraz daha katı kaya oyulmuş edilmiştir.







22 Ekim 2013 Salı

Mısır Medeniyeti ve Papirüs (Cyperus Papyrus)



Mısır Medeniyeti...


Yüzyıllara uzanan bir kültür, gizem ve bir o kadar da merak duygusu...

Bu yüzden Mısır denilince hemen hemen her akla gelen, Onlarca kitaba ve filme konu olmuş piramitler, mumyalar ve sırrı hala çözülemeyen mezarlar...

Kendi içinde ayrı heyecan uyandıran Papirüsler...

Papirüsü hemen açıklayacak olursak eski mısırlılar için oldukça önem taşıdığını söyleyebiliriz. Çünkü toplumun çok yönlü değişmesine olanak sağlamış ve teknoloji ile papirüsün yapımı hızlı bir şekilde gelişmiştir. Mısırlıların ondan bir tekele sahip olması üretim metodunu sırlı tutuşu ayrı bir gizemdir.

Papirüs kağıdının kullanımı tam kesin olmamakla birlikte 4000 BC'de olduğu söylenir.

Papirüs kağıdının ham maddesine değinecek olursak Cyperus papyrus bitkisinin isminden gelir. Bu bitki Nil kıyılarında gelişen bir bitkidir ve Mısırlılar gereken tüm ihtiyaçlarını buradan karşılarlar.Bitki mısırlılar için çok faydalı bir bitkidir.



Sadece kağıt üretimiyle kalmayıp aynı zamanda kayık,halat ve sepet yapımında kullanıldığı da söylenmektedir.Bu da papirüs kağıdını oldukça kıymetli ve değerli yapmaktadır. Mısır ihracatında büyük önem taşıyan bir bitkidir.






Papirüs Kağıdı Nasıl Üretilir ?

  1. Öncelikle ihtiyacımız olan papirüs bitkisinin saplarıdır.
  2. Sapları topladıkdan sonra yeşil kabuğunu soyup içerisindeki süngerimsi dokuyu dışarıya çıkarmak gerekmektedir. Sonrasında uzun uzun şeritler şeklinde kesilip.Şeritleri ezmeye başlıyoruz. Şeritler ezildikten sonra katlanma süresi için ortalama 3 gün suda ıslatılmalıdır.
  3. Şeritler istenen uzunlukda kesildikten sonra yatay olarak serilip üzerine ortalama 1mm gibi pamuk çarşaf örtülür. Diğer şeritler de yatay şeritlerin üzerine dikey olarak serilip kağıt için çapraz bir şekil oluşturulur. Diğer pamuk çarşafı  ise onun üstüne koyulur.
  4. Bu kısımda çarşafın üzerine bir yük bindirilir ve hepsi birden pamuk nemleninceye kadar sıkıştırılır.
  5.  Sonuç olarak da tüm şeritler sıkışır ve papirüs kağıdı tabaka şeklinde ortaya çıkar.

Aşağıdaki Resimleri Üzerine tıklayarak büyütebilirsiniz.